4 Mart 2016

Bir Zamanlar Sinema öneriyor #42 All the Little Animals


Walter Hamilton’un romanından uyarlanan All the Little Animals (Tüm Küçük Hayvanlar), yönetmen Jeremy Thomas’ın ellerinde mütevazı bir başyapıta dönüşüyor. Küçükken geçirdiği bir trafik kazası sonucunda zekâ geriliğinden muzdarip olarak hayatını sürdüren Bobby adlı bir ergenin kibirli ve sevgisiz üvey babasından kaçarak bilinmeze-yeni bir hayata yelken açmasını ve yolunun ihtiyar bir adamla kesişerek hayata bakışının değişmesinin hikâyesi, yönetmenin gösterişten uzak ve sakin anlatısıyla seyircinin yüreğine işliyor.

“Tüm hayvanlar içinde en zalimi insandır.” düşüncesini benimseyen film, John Hurt’ün canlandırdığı Summers karakterinin hayata bakışı aracılığıyla insanoğlunun kaybettiği değerlerin altını çiziyor. Yollarda araçların çarparak öldürdüğü hayvanları gömmeyi kendisine amaç edinen ve doğanın kalbinde yaşamını sürdüren Summers, her canlıyı eşit değerde görüyor. Film, insanoğlunun da bir tür hayvan olduğu fikrini savunup, kendisini insanoğlundan soyutlayarak yaşamayı seçen Summers üzerinden medeniyetin ve modernizmin, ayrılmaz bir bütün olarak görmemiz gereken doğa-insan-hayvan üçgenini yapıbozuma uğrattığını söylüyor. Üçgeni bozan insanoğlu eleştiriliyor. Sadece iyi insanlara yardım edilir diyen Summers karakteriyle insanoğlundan umudu kesmememiz gerektiği sonucuna da varabiliriz pek tabii.

İnsanlarla iletişim kurmakta zorlanan ve saflığını kaybetmemiş bir genç olan Bobby’nin yolu Summers’la kesiştiğinde film de bir dostluk hikâyesine dönüşüyor. Aralarındaki bağ çok geçmeden bir baba-oğul ilişkisine dönüşüyor. Birbirlerini tamamlıyorlar. Yönetmen Jeremy Thomas, önemli noktalara temas ederken, seyircisini de düşünüyor. Minimal anlatısıyla hikâyesini usul usul örüyor ve sonlara doğru gerilimi tırmandırarak etkili bir finalle noktayı koyuyor. All the Little Animals, 90'lı yılların az bilinen ve de mutlaka görülmesi gerektiğini düşündüğün filmlerinden biri.