20 Ağustos 2016

Perfect Human


1967 yapımı bu kısa film, hem kısa film camiasının çok popüler filmlerinden hem de Lars Von Trier’in ilham aldığı sanatçılardan birinin başyapıtı. Başyapıt dememin sebebi halen yıllara meydan okuyan bir film olmasının yanı sıra izledikten sonra etkisinden kolayca çıkılabilecek bir film olmamasındandır.
Burç Karabulut yazdı


Mükemmel insanları tanıyalım

Jorgen Leth bize ‘mükemmel insanları’ tanıtarak konuya giriş yapıyor. İsimlerini, kimliklerini, adreslerini, hayatlarını değil kimliksiz bir şekilde karakterlerimizle tanışıyoruz. Leth’in sesiyle bu durum şöyle açıklanıyor: İnsanoğlu nasıl işliyor, çalışıyor, nedir insanoğlu şeklinde hicivvari ama bir o kadar ciddi bir soru soruyor. Leth, bir bilim adamı edasıyla bu konuyu inceleyeceğiz diye devam ediyor. Her adımda bu kimliksiz, adsız, adressiz bu insanları tanımaktan çok uzağa gidiyoruz. Onları tanımak değil incelemeye başlıyoruz. Sırasıyla nasıl giyiniyorlar, nasıl yiyorlar, dans ediyorlar, nasıl yatıyorlar. Bizi bilimsel bir merakla mükemmel insanları incelemeye çağırıyor. Hiçbir zaman bir ilişki, duygusal bağ kurmayı hedeflemeden objektif bir gözle adeta bir hayvan, bitki ya da sıradan bir meseleyi incelermiş gibi olaylara yaklaşıyoruz.

Bir deney, bir eser veya bir tablodan farksız duran iki cisim.

Bu mükemmel insan bir erkek ve bir kadın tarafından tarifleniyor. Her ikisi de papyon takmak, elbise giymek ya da değiştirmek, tırnak kesmek gibi sıkıcı ama hayatında sürekli içinde yer alan olayları tasvir etmeye başlıyorlar. Kare kare inceliyoruz. Bir süre sonra Leth’in sesinin bizi yönlendirmesiyle kulaklara, ağza, buruna ve gözlere tanıklık ediyoruz hiç birimizde yokmuş gibi halen bir bilim adamı objektifliğinde devam ediyoruz.

Leth yani yönetmen incelemeye devam ederken zaten tanıştırılmadığımız hatta ve hatta özdeşlik kuramadığımız sıradan kahramanlarımızla aramızda bir mesafe kuruyor. Öyle bir hale varıyor ki bu mesafe insanlıktan çıkmamıza, gördüğümüz şeyin tamamen bir çalışma olduğuna ikna olup bir deney, eser ve tablodan farksız duran iki cisim haline geliyor. 

İki insanın yatma hali, sevişme hali yabancılaşıyor

Bilimsel merak gibi başlayan sesi görmezden gelirsek Leth, aslında bizi yönetende bir ses olarak görev yapıyor. Bir yanda kendi sesin egemenliğine hapsediyor. Bu hapis, seyircinin de kendisini o sese bir anlamda bağımlı hale gelmesine sebep olacak kadar içinden çıkılmaz bir hale geliyor. ‘’Bak nasıl yemek yiyor, nasıl dans ediyor” derken bu sesin üstümüzde kurduğu hegemonya tek sesli ve beyni sersemletici duruma geliyor. Tanrı’nın sesi de dediğimiz bir belgesel anlatım kullanımını yaratıyor. Ne kadar bir bilim adamı merakıyla inceliyorsak da Leth’in sesinden kaçıp başka bir yere odaklanmamız imkansız hale geliyor. Mesela yatağa uzanmış iki insanın yatma hali, sevişme hali seyirciye yabancılaşıyor. Bu durumları görse bile bu bir sevişme mi, bir yatak mı, bir yastık mı gibi soruların kendine dikte edilmesini bekliyor. 

Sonuç 

‘’Mükemmel insanlar’’ modern hayatı tanımlama isteğini olabildiğince karmaşıklaştırarak anlatıyor. İnsanı insansızlaştırıp felsefi ve bilimsel bir deney objesi haline getiriyor. Leth’in filminin başyapıtı olması ise bu filme getirdiği bakış açısı ve basitlikten kaynaklanıyor. Filmden en güzel cümleyle bitireyim: Oda sınırsız ve iyi ışıklandırılmış, parlıyor. Bu boş bir oda. Burada sınırlar yok. Aslında hiçbir şey yok.