12 Nisan 2015

‘Kopya’nın umulmayan cazibesi: The One I Live


Geçtiğimiz yıl izlediğimiz bağımsız bilimkurgu filmi Coherence, ülkemizde vizyona girme şansı bulamamıştı. Paralel Evren temalı film neredeyse tek mekanda geçiyor ve inanılmaz bir gerilim ve gizem yaratarak hedefine ulaşıyordu. Bazı açılardan Coherence’le akrabalık kurabileceğimiz The One I Love (Tek Aşkım) ise sürpriz bir şekilde gösterime giriyor. Bilimkurgu sinemasının ikinci altın çağını yaşamamızda Gravity, Interstellar gibi gösterişli dev yapımların yanında Coherence ve The One I Love gibi bağımsız şaheserlerin de katkısının oldukça fazla olduğunu düşünüyorum.

Romantik bilimkurgu akımının son örneği 

Film evliliklerini kurtarma çabasındaki bir çiftin evlilik terapistine gitmesiyle açılıyor. Terapist, birçok çifti gönderdiğini ve hepsinin de yenilenmiş olarak döndüğünü söyleyerek Sophie ve Ethan’ı yerleşimden uzak, kırsalda yer alan bir eve yönlendiriyor. Böylece asıl mekanımıza geçiyoruz. Evet, mevzubahis erkeğin eşini aldatmasıyla dengesi bozulan, sona yaklaşan bir evlilik ama bu film, kadın-erkek ilişkilerini irdelerken klasik yollara sapmaktan kaçınan yaratıcı bir bilimkurgu. Yönetmen Charlie McDowell, şu soruya cevap arıyor: “Sönmüş bir aşk canlandırılabilir mi?” Yöntemi ise bizi bilimkurguya ulaştırıyor. Yalnız filmin türü için yapılan romantik komedi\bilimkurgu tanımında sıkıntı var. Karakterlerimizin mevcut durumları ve evde karşılaştıkları olağanüstü durumla geldikleri noktayı düşünürsek romantik\drama\bilimkurgu etiketlerinin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Elbette bir kesinlik söz konusu değil, romantik komediye de yakın duran bir film bu.

‘Kopya’nın umulmayan cazibesi 

Kır evinde tatillerine başlayan Sophie ile Ethan, çok geçmeden orada kopyalarının olduğunu fark edip, duruma bir anlam vermeye çalışıyor. Onlarla birlikte biz de bir sorgulama içine giriyoruz. Misafir evi paralel evrene açılan bir kapı mı? Bu soru aklımızı uzun zaman kurcalıyor. Ethan ve Sophie’nin kopyalarıyla ayrı ayrı vakit geçirme fikriyle film ivme kazanıyor ve sönmüş aşkın nasıl canlandırılmak istendiğini kavrıyoruz. Kopyalarıyla birbirleriyle olduklarından daha iyi vakit geçiren çiftimizden Sophie, ağzı daha iyi laf yapan, daha komik ve daha karizmatik bulduğu kopya Ethan’a aşık olmaya başladığında işin rengi de değişmeye başlıyor. Çiftimize, kopyalarının eşlerinden daha cazip gelmesinin temelinde yıpranmış evliliğin üzerine bir perde çekip, yepyeni bir başlangıç yapabilme arzusunun yattığını söyleyebiliriz. Her ne kadar, Ethan daha şüpheci ve korumacı bir tavır takınsa da, olaya daha gerçekçi yaklaşsa da gerçek Sophie’yle hiçbir zaman o ilk zamanlardaki gibi olamayacaklarını biliyor. Kopya veya klonun tercih edilmesi mücadele etmeme ve kaçış anlamına gelse de karşı tarafın kendimiz gibi olmasını istememizin seçimlerimiz üzerinde ciddi bir etkisi var.

Soru soru üstüne, ya cevaplar?

(Yazı bu noktadan itibaren spoiler içermektedir)

Gerilimin tırmandığı son bölümde bir paralel evren bilimkurgusunda olmadığımız netleşiyor. Yönetmen McDowell, ortaya attığı sorulara net cevaplar vermekten kaçındığı için biz seyircilere daha fazla iş düşüyor. Ethan ve Sophie’nin bir süredir devam eden bir deneyin parçası olduklarını öne sürebiliriz. Eşlerinin klonlandıkları, kendilerine ait birçok bilginin klonlara öğretildiğini ve deney için belirlenmiş alanda (kır evi) eş değişimiyle evliliğin rayına oturtulmaya çalışıldığını düşünebiliriz. Film bilgi paylaşımında ketum davranıyor. Bunun sebebi de yönetmenin bazı noktaları kafasında netleştirememesi yatıyor kanımca. Bu bir deneyse tam olarak ne amaçlanıyor, nasıl bir kazanç sağlanıyor, deneyi yapanlar kimler, dünya dışı varlıklar olabilir mi? gibi birçok soru aklımızı kurcalıyor.

Filmin çıkış noktası The Stepford Wifes denilebilir. The One I Love’daki kusursuz eş arayışını ve aslının kopyayla değiştirilmesi durumlarını göz önüne aldığımızda, Ira Levin’in romanından uyarlanan 1975 tarihli bilimkurgu filmi The Stepford Wifes’ın, senaryo yazım aşamasında senarist Justin Lader’a fikir verdiği söyleyebiliriz. Elbette ortak noktalar olsa da filmler arasındaki etkileşimin esinlenmede kaldığı açık.

Son söz: Havada bıraktığı sorulara rağmen, The One I Love’ın son derece özgün ve kışkırtıcı bir bilimkurgu denemesi olduğu fikrindeyim. 9\10